34,2691$% 0
37,3510€% 0.11
44,6063£% 0.17
3.070,70%0,00
2.787,33%0,01
9.006,55%0,68
Teşkilat kavramının teorisi, bilimin, düşüncenin ve hayatın geliştiği noktada yeniden yazılabilmek için beklemektedir. Tarihsel bir özne olan Mustafa Kemal, içinde bulunduğu veya bizzat kurduğu teşkilatlarla, geleceğin içerisindeki belirsizliklerde yeni zorunluluklar üreterek, hayatın değişmesine neden olan müdahalelerde bulunmuştur. Bu bağlamda Mustafa Kemal, diğer insanlardan daha örgütlü olan farklı beyin yapısıyla, büyük bir devrimci teşkilatçıdır. Onun devrimci bir hayatla oluşmuş özgün bilinci, geleceğe açık kurucu bir bilinçtir. Gerçekliğin koşullarına göre şekillendiğinden, yarını yetki ile düzenleme yeteneğine sahiptir.
Mustafa Kemal, engelleri aşmada teşkilatçılığın biricik seçenek olduğunu daha çocukluğunda keşfetmiştir. Ve hayatında her zaman teşkilatlıdır, teşkilatçıdır. Mustafa Kemal’in yaşadığı dönemde, hayatın dinamikleri içerisindeki hamlelerinin incelenmesi, üst düzeyde bir teşkilatçılığın ipuçlarını verecektir. Çünkü Türk milletinin potansiyeli, Mustafa Kemal’in milli teşkilatıyla harekete geçirilmiş, emperyalistlere unutamayacakları bir yenilgi tattırılmış ve mazlum milletlere örnek olan çağdaş bir devlet kurulmuştur.
Bu devletin kurulmasıyla; devrimci süreç rayına oturmuş, Türk milleti karanlıklardan ufukların ötesine taşınmıştır. Küçük yaşta yetim kalan Mustafa Kemal, Türk milletinin egemenliğini eline aldığı gün olan 23 Nisan 1920’yi, Türk çocuklarına bayram olarak armağan etmesiyle, güneşin sofrasında, Türklüğün olduğu kadar, Türklüğün parçası olduğu insanlığın da birleştirici atası olmuştur. Gerçek milliyetçiliğin uygulayıcı önderi olan Mustafa Kemal, devrimci bir teşkilatçıdır. Ona göre, geleceğin içerisindeki belirsizlikleri, olasılıkları; yaşanan anı doğru bir şekilde analiz edip okumak suretiyle, kontrol altına alıp yönlendirmek veya öngörmek mümkündür. Tarihsel bir özne olan Mustafa Kemal; maddi şartların dönüştürülmesinde, zorunlulukların bilincindedir. Empoze edici fikirlerini ve özgün hareket tarzlarını, adeta maddi bir güce çevirmesini bilmiştir. “Bağımsızlık benim karakterimdir” sözünde ifadesini bulan tercih, yeni zorunlulukların üretilmesi ile yakından ilişkilidir. Çünkü saniyenin sonsuzda biri kadar olan bir anda hayat değişmekte, eskimekte, her türlü etkiye maruz kalmaktadır. Hamlelerindeki iç tutarlılığı sağlayan yapı, matematiksel bir yapıdadır çünkü matematiksel kesinlikte sonuçlar elde edilmiştir. Her olumsuz durumun ve problemin mutlaka bir çözümü vardır, seçenekler mevcuttur hatta bu seçenekler satranç oyunundaki olası hareket kombinasyonları gibi çok sayıdadır. Mutlak başarısızlık durumunda bile seçenek vardır, “Ya istiklal ya ölüm” sözü başka nasıl açıklanabilir ki? Esareti kabul etmeyerek ölümü tercih etmek, bu dünyadan ayrılmanın son bir olanak olabileceğini insanların gönlünde çağrıştırırken; bu karşı çıkış veya esirliğe hayır diyen bu olumsuzlama, esasında kendi içerisinde kendisinden daha büyük bir eveti barındırmaktadır.
Mustafa Kemal Teşkilat-ı Mahsusa üyeliğinden gelmektedir. İnisiyatif almaktan çekinmeyen, cesareti ve yetenekleriyle kısa sürede bu teşkilatta teşkilatın muhalif doğal önderi düzeyine ulaşmış, piramidin üstüne çıkmayı başarmıştır. Mustafa Kemal, kaskatı umutsuzluklara akan ve o umutsuzlukları parçalayan bir su ise; bu suyun kaynağı olan millet denilen buzdağının yani milli teşkilatın görünen ve görünmeyen kısımları nelerdir? Bu buzdağından alınan küçük bir parça, bütünü hakkında yapılan yorumları daha anlaşılır kılmada belirleyici olacaktır. Anadolu’nun bağrında, doğal bir refleksle yanan bölük pörçük durumdaki özgürlük ateşleri tesadüfen birleşmemiştir. “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”diyen ve arkasında donmuş, kalıplaşmış, dogmatik düşünceler bırakmadığını ifade eden Mustafa Kemal, ülkesinin insanlarına da “ufukların ötesini görmeye çalışmalı” sözü ile çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkmayı hedef olarak göstermiştir. Bu anlamda; Mustafa Kemal’in, hayatın dinamikleri içerisinde çizdiği yol haritasının parçalarını bulup birleştirmek; en az Türkiye Cumhuriyeti Devleti kadar eşsiz eserlere ulaşılmasını sağlayacak, hayata doğru ve zamanında müdahale etmenin ipuçlarını veren hareket tarzlarının resimlenmesini mümkün kılacaktır.
Dünyanın en büyük devrimci teşkilatçısı olan Mustafa Kemal Atatürk[1] aynı zamanda dünyanın en büyük diyalektikçisi ve mantıkçısıdır. Bu gerçek, Mustafa Kemal Atatürk’ün yaveri Cevat Abbas Gürer’in bir anısında çok belirgin bir şekilde ortaya çıkar: Ünlü Rus bilgini Pekarskiy’in Yakut sözlüğünü inceleyen Mustafa Kemal Atatürk’ün gözü, “emerik” sözcüğüne ilişmişti. Durup kendi kendine güldükten sonra derin bir haz ve neşe içinde gözlüğünü çıkarması ve birer sigara ve kahve içme emri vermesinin nedeni, “emerik” sözcüğünün Türk Yakut dilinde denizle ayrılmış arazi parçasını ifade etmesi idi. Mustafa Kemal Atatürk’ün haz ve neşesi, Amerika kıtasını ilk defa coğrafi olarak değil ama, mantıksal düzlemde kültürel olarak keşfetmesinden kaynaklanmaktaydı. Çünkü o, bu değerlendirmesini yaverine “Amerika’nın adını büyük ecdat koymuştur” sözleri ile açıklamıştı.[2] Bu diyalektik bağlantıyı A.B.D. yetkilileri kurabilmiş olsaydı; Lozan’da, Türk Milli Devleti’ni tanımamanın uygarlık tarihi açısından da bir cehalete karşılık geleceğini görebileceklerdi…
Devrimci teşkilatçı Mustafa Kemal Atatürk’ün, her hamlesinde üst düzeyde yetkin bir mantığın izleri görülür. Mustafa Kemal Atatürk, birbiri ile çelişkili karşıtlıklar içersinde bu karşıtlıkları geçersizleştirerek ilerlemeyi başarabilmiştir. Örneğin Lozan’da kesintiye uğrayan barış görüşmeleri; İzmir İktisat Kongresi’nin ardından, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, dünya dengelerini gözeten akılcı ekonomik kararlarıyla yeniden başlamış ve yeni bir savaşa girmeye gerek kalmadan 24 Temmuz 1923’te antlaşmayla sonuçlanmıştı.[3] Karma ekonomi modeli, Mustafa Kemal Atatürk’ün diyalektik sentezinin bir ürünüdür. Ayrıca bu sentez veya karma ekonomi modeli, dünya 1929 ekonomik krizini yaşarken; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, o yıllarda bu krizi aşarak nasıl yüksek bir kalkınma grafiği çizebildiğini açıklaması bakımından öğreticidir de. Hatta bu sentez, küresel ekonomik krizin gündemde olduğu yaşadığımız şu günlerde bir seçenek olarak güncelliğini korumaktadır. Daha da iddialı bir söyleyişle; Mustafa Kemal Atatürk’ün ekonomi anlayışı, dünyanın ekonomik krizden kurtulabilmesi için de biricik bir seçenektir.
Mustafa Kemal Atatürk’ün, hedeflerine ilerlerken; diyalektik bir sentezin sonucunda, domino taşlarının peş peşe yıkılması örneğindeki gibi ulaştığı her hedefin, daha büyük hedeflere varmada bir basamak olduğu görülür. Lozan’da, milletin isyanının filizlendiği 24 Temmuz 1923’te yeni bir gelecek başlatılırken, bu geleceğin alt yapısı 24 Temmuz 1908 Hürriyet Devrimi ile hazırlanmıştır.[4] Bu arada Erzurum Kongresi’nin 23 Temmuz 1919 da toplanması ile İttihat Terakki’nin Manastır’da, 23 Temmuz 1908’de hürriyeti ilan etmesi arasında da benzer bir ilişki kurulabilir.[5] Günlerin aynı olması rastlantı eseri değildir. Mustafa Kemal Atatürk, bilinçli tercih ve yönlendirmeler ile ideolojik ve psikolojik gerekçelerle önemli tarihler arasında birbirine gönderme yapmaktadır. 26 Ağustos 1922 sabahı; Malazgirt Meydan Muharebesi’nde kazanılmış olan zafer (26 Ağustos 1071), Büyük Taarruz başlarken askerlerin bilinç altında önemli bir üstünlük sağlamış olsa gerek.
Mustafa Kemal Atatürk, özellikle 23 Nisan’da (1920) T.B.M.M.’yi açarken ve ulusal egemenlik günü adlandırmasıyla bütünleşen bu günü Türk çocuklarına bayram olarak armağan ederken, 23 Nisan 1909’da 1908 Hürriyet Devrimi’ne karşı gerici bir ayaklanmayı bastırdığını anımsatmaktaydı. Çünkü, insanlar ancak özgür olabildiklerinde bayramı duyumsayabilirler. Yuriyeviç Lermontov, “Çağımızın Bir Kahramanı” adlı yapıtında; yurdundan sürülmesine şöyle tepki gösterir: “Sen de sürgünsün, diye düşündüm. Sen de geniş, özgür bozkırlarını özlüyor ve ağlıyorsun! Orada soğuk kanatlarını gerecek yer var; buralar sana dar, sıkıntılı geliyor. Kafesin demir parmaklıklarına çığlıklarla saldıran tutsak bir kartala benziyorsun.”[6] Bu sözler ile “Ya İstiklâl ! Ya Ölüm !” diyen Mustafa Kemal Atatürk arasında, kuşkusuz evrensel gerçekler temelinde paralellikler bulunmaktadır. Türk milleti öncüleri tarafından teşkilatlanarak bir kartal gibi tutsaklığı reddetmiştir. Evet, ordulaşan milletin topyekün silahlı direnişi ile 9 Eylül günü (1922) düşman denize dökülmüştür. Ancak anımsanacak olursa, İttihat ve Terakki’nin 1914 yılı 9 Eylül günü kapitülasyonları kaldırmasıyla oluşan tam bağımsızlık şiarı, yurtta 1922’deki gibi bayram havası estirmişti.[7] Yine 9 Eylül 1919’da, Sivas Kongresi sırasında Halk Fırkası’nın Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişi ile “bir mektep dersanesinde” kurulduğu belirtilirken, gelişmiş resmi kuruluş tarihinin de 9 Eylül 1923 gününe denk getirilmesi aynı derecede anlamlıdır.[8] Demek ki, şimdilik 9 Eylüller dört tanedir…Cumhuriyetin ilan edildiği 29 Ekim 1923 tarihi, Mustafa Kemal Atatürk gibi diyalektik mantıkla; on altı yıl önceki Mustafa Kemal’in 29 Ekim 1907’de Selanik’te İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye olmasıyla[9] birlikte değerlendirilebilirse, yeterince anlaşılabilecektir. Ayrıca 29 Ekim 1914 tarihinde Osmanlı; 1.Dünya Savaşına girmiş, bu süreç; 30 Ekim 1918’de Mondros’ta, İtilaf Devletleri’yle koşulları çok ağır bir teslimiyet antlaşmasının imzalanmasıyla sonuçlanmıştı. ‘‘Cumhuriyetin ilanından 2 yıl sonra, Ekim 1925’te Fahrettin Altay Paşa Çankaya’da Atatürk’ün misafiridir. Zihnini hep meşgul eden, Cumhuriyetin niçin ve neden 29 Ekim’de ilan edildiğini öğrenmek ister. Anlattıklarına kulak verelim: “Atatürk hep mazlum bir millet derdi. Cumhuriyetin ilanından epey bir süre geçmişti. Ben de, hep neden 29 Ekim diye kendi kendime sormuşumdur. Bir gün Çankaya’da sofra dağıldıktan sonra, ‘Paşam benim dikkatimi çekmiştir. Hep düşündüm. 30 Ekim 1918 günü mütareke ilan edildi. Adana’daki karargâhınızdan Başkent’e (İstanbul’a) verdiğiniz şifreyi hatırlıyorum. Şimdi aradan zaman geçti, Cumhuriyet’imizin ilanının 29 Ekim gecesine gelmesi acaba bir tesadüf müdür? Üç gün evvel, beş gün sonra da olabilirdi’ diye sordum”. Bunun üzerine Atatürk şunları söylüyor:
“Mütarekenin ilk günlerini hatırlarsın. Saray ve hükümet teslimiyeti kabul etmişti. Hükümet sarayın, saray da İtilaf Devletleri’nin elinin altına girmişti. Saray bu halinden memnundu. Fakat, ben bunu kabul edemezdim. Buna karşı koymakla bir çıkış yolunu temin ederek, bu mazlum milleti tarih sahnesinden silmek, ortadan kaldırmak isteyenlere karşı harekete geçmek için kendimi vazifeli saymıştım. Dünyada tek başımıza idik, fakat benim inandığım ideale benimle beraber olanlar da bağlandılar ve netice hasıl oldu. Mütareke 30 Ekim 1918’de imzalanmıştı. Vatan parçalanmış, istilaya uğramıştı. Peki, 30 Ekim 1918’den bizim İzmir’e girdiğimiz tarih olan 9 Eylül 1922’ye kadar kaç yıl geçti? Dört yıl. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyeti ilan ettik. İşte beş yıla sığdırdığımız büyük inkılap, bizim yaşadığımız şartlara duçar olmuş, hangi milletin tarihinde vardır? Bu mazlum millet kendisinin hakkı olan yere ulaşmıştır, çektiğimiz acıların, sıkıntıların en büyük mükafatı işte budur. Bütün dünya bunu görmüştür. Daha da görecekleri vardır. Beni en çok mesut eden hadise, bu mazlum milletin hak ettiği bu yere gelmesidir. Sen benim 30 Ekim 1918 sonrası günlerdeki çektiğim azabı bilirsin. Yanımdaydın. Mondros 30 Ekim’dir. Cumhuriyet 29 Ekim. İşte bu da bir milletin, mazlum bir milletin ahıdır. Sanırım ki o zamanki devletler bunu anlamışlardır.”Atatürk bir an durdu, Fahrettin Paşa’ya baktı ve sonra elini masanın üzerine vurarak:“Deyiniz ki, bu tarihten silinmek istenilen bir milletin öcüdür…” Fahrettin Altay’ın “Ama bundan hiç bahsetmediniz” demesi üzerine, Atatürk “Övünmek olur, övünmek benimle beraber mefkureye inananların, milletin, ordunun hakkıdır” der. “Dâhi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu vakit herkes onlara delilik der” diyen Atatürk, Cumhuriyetin tarihini seçerken bile, dünyaya ve Türk ulusuna bir deha örneği daha göstermiş oluyordu.’’[10]
9 Eylüllere, 23 Nisanlara, 23-24 Temmuzlara ve 29 Ekimlere Mustafa Kemaller sayesinde ulaşılmıştır. Ve Mustafa Kemaller Türk milletinin öncülerinin ortak adıdır.[11] Onlar, sarp yamaçlardaki dik yokuşlara tırmanırken katlandıkları eziyetin mükafatını aydınlık yarınları seyrederken almaktadırlar. Ve ayrıca İstiklâl Madalyası sahibi Müftü Alim Efendiler,[12] Mustafa Kemal’den daha az önemli değildir. Milli teşkilat piramidinin en altından en üstüne kadar bugün çoğu insanın adını ve mezar yerini bile bilmediği bütün yiğitler, Türk milletinin güneşli yarınlarına gömülmüşlerdir… Ne mutlu sizlere… Ne mutlu “onların torunuyuz” diyebilene…
YARARLANILAN KAYNAKLAR
1- BOLLUK, Serhan, “CHP 85 değil 89 yıl önce kuruldu”, Aydınlık, Sayı 1103, İstanbul, 2008.
2-GÜRER, Cevat Abbas, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer Cepheden Meclise Büyük Önder İle 24 Yıl, Derleyen: Turgut Gürer, 4. Baskı, İstanbul, Gürer Yayıncılık, 2007.
3-KALE, Metin, Osmangazi Üniversitesi /Tıp Fakültesi, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/294612/Tarihin_Sirri_ve_29_Ekim_in_Gizemi_.html
4-KARSLI, Özgür, Teşkilatçı Yönüyle Mustafa Kemal (1899-1923), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi S.B.E., 2008.
5-LERMONTOV, M.Y., Çağımızın Bir Kahramanı, Türkçesi: Nedim Önal, İstanbul, Cem Yayınevi, 1997.
6-SARIKOYUNCU, Ali, Dumlupınar Üniversitesi/Fen-Edebiyat Fakültesi, Milli Mücadelede Din Adamları, C.2, Üçüncü Baskı, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2002.
Özgür Karslı
Araştırmacı – Tarihçi
Yazının baş fotoğrafı: Kasaba Maarifi İslamiyye Teşkilatı Üyesi, Ağır Ceza Başkatibi, Muallim Mehmet Necati Bey’e (Köylü) Ait Fotoğraf Arşivinde Yer Alan; Sultan II. Abdülhamit Dönemi, Osmanlı Devleti Eğitim Kurumunda Mehmet Necati Bey (Köylü)[not:Necati Bey’in Kurtuluş Savaşı yıllarında Mustafa Kemal ile gizlice mektuplaştığını ilk yayınlanan makalemde belirtmiştim] öğrenciyken.
Alttaki Fotoğraf:Aynı fotoğrafın arka yüzü. 15 Eylül Hicri 1318 (Miladi 1900 Yılı)
[1] Özgür Karslı, Teşkilatçı Yönüyle Mustafa Kemal (1899-1923), Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dumlupınar Üniversitesi S.B.E., 2008, s.151.
[2] Cevat Abbas Gürer, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer Cepheden Meclise Büyük Önder İle 24 Yıl, Derleyen: Turgut Gürer, 4. Baskı, İstanbul, Gürer Yayıncılık, 2007, s.361.
[3] Karslı, a.g.e., s.140.
[4] Karslı, a.g.e., s.141.
[5] a.g.e., s.76.
[6] M.Y. Lermontov, Çağımızın Bir Kahramanı, Türkçesi: Nedim Önal, İstanbul, Cem Yayınevi, 1997, s.37.
[7] Karslı, a.g.e., s.148.
[8] Serhan Bolluk, “CHP 85 değil 89 yıl önce kuruldu”, Aydınlık, Sayı 1103, İstanbul, 2008, s.38.
[9] Karslı, a.g.e., s.22.
[10] KALE, Metin, Osmangazi Üniversitesi /Tıp Fakültesi, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/294612/Tarihin_Sirri_ve_29_Ekim_in_Gizemi_.html
[11] Karslı, a.g.e., s.148.
[12] Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadelede Din Adamları, C.2, Üçüncü Baskı, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2002, s.294.
Hayırsever yaptırdığı okulda öğrencilerin bayramını kutladı