“Basın-Yayın” özgür olmazsa!
"Basın-Yayın" özgür olmazsa !
Salih Özbaran*
18 Ekim 2019 tarihli Turgutlu Yankı'dan Turgutlu'daki (memleketimdeki) gelişmeler hakkında haber almak için bilgisayar başına geçtim. İlk karşılaştığım haberle çok üzüldüm; çünkü bir Cumhuriyet Çınarı'nın (Namık Kemal İlkokulu son sınıfında (1951-1952 döneminde) Sevgili öğretmenim olan Cevriye Erdoğan'ın) vefat ettiğini duyuruyordu. İkinci haberi ve ona bağlı olarak gelişenleri okuduğumda da çok şaşırdım, bir o kadar da üzüldüm: Turgutlu Belediye Başkanlığı Özel Kalem Müdürlüğü'ne bir atama yapılmış ve bu atama Yankı'da yayınlanarak toplum bilgilendirilmiş.
İlk haber ile (daha doğrusu Cumhuriyet aydınlanmasının ilk yıllarında doğup büyüyen ve öğretmenliği ve sosyal faaliyetlerindeki etkinliği ile Turgutlu'da yetiştirdiği öğrencileri ve tanıdıkları nezdinde taht kurmuş bir Cumhuriyet kadını Cevriye öğretmen ile) ilgili düşüncelerimi ifade etmek istediğim bir yazı planlarken Kasaba'mda basın-yayın özgürlüğü bağlamında çok şaşırtıcı ve hayal kırıklığı yaratan bir olaya değinme zorunluluğu doğdu.
Haber "Başkan Akın'dan tepki çeken atama" manşetliydi ve ataması yapılan Ali Nasuhoğlu'nun Başkan ile iş ortaklığı, bu arada Belediye'ye yapılan atamalardan dolayı ortaya konan rahatsızlıklar ve tepkiler seslendiriliyordu. Ertesi güne ait olan Yankı'da da "CHP'li Turgutlu Belediyesi'nden gazetelerimize ambargo" haberi ilk sayfada boydan boya uzanan kara harfleriyle başlığı karartmıştı. Çünkü "tepki çeken atama" haberine karşı yapılan misilleme, başka bir deyişle haberciliğin o şekilde önüne geçilmesi, beni çok şaşırttı ve doğal olarak üzdü.
Kimseye demokrasi ve ahlâk/etik dersi vermeye kalkışmam, kalkışamam; ne Yankı'da Doğan Çizmeci'nin haber yazma üslubuna/biçemine ne de Belediye Başkanlığı'nın atama tasarrufuna/yetkisine. Ama bir medya organı ile resmi bir kurum arasında ortaya çıkan tatsız gelişmeye Turgutlu'da (doğup büyüdüğüm Kasaba'da) tanık olmayı da hiç arzu etmem. 1950'li - 1960'lı yıllardan beri, nice Belediye Başkanlarının, yaptıkları hizmetlerin ve kamu oyunda olumlu/olumsuz yansımaların peşine düşen böyle bir gazeteciliğin -ağyara dokunsa bile, eleştirel tavır takınsa dahi- soğukkanlı davranılmalı, etik unutulmadan anlaşma yolları aranmalıdır, daha doğrusu saygı elden bırakılmamalıdır.
Zira biz, ülke çapında, basın-yayının ağzını kapatmak, otoritelerin beklediği doğrultuda haber yaptırmak isteyenlerin (kısacası güçlüden yana kalemini kirletmenin, veyahut basın/yayın mensuplarına "illa ki şöyle yazacaksın" demenin, hele hele yakınlarını, akrabasını, dirlik bekleyenleri kollayanların üzerine gidemeyen gazeteciliğin boyunduruklarından kurtulmak isteyen bir "medya"dan yana değil miyiz? Aksi halde medya/matbuat asırların gerisine düşüp şehnâmecilik yapar veya vakanüvis görevi yüklenir. Demek istiyorum ki bu görev yüklenenler ya da kendilerine bu türden görev verilmiş olanlar, Sultan'ın arzu ettiklerini, Saray'ın beklentilerini, Hanedan'ın hoşuna gidenleri yazar, övgüler dizer. Aksini uygulamaya kalkanlar başlarına gelebilecek acı sonların korkularıyla yaşar. Ya da geçen yüzyıldan bu yana iktidarda bulunan bir siyasal partinin borazanı olurlar. Dirlik beklerler, bir makam (mansıb) peşinde olurlar, çıkar peşine düşerler. Yıllar önce (2016'da) "Şehnâmecilik'ten Cümbüşcü Medya'ya" başlığı altında bir gazetede yayınlanan yazımdan birkaç satır aktarayım izninizle:
"Şehnâmecilik; bir ülkenin şahı, sultanı ya da padişahı için yazılan, onların serüvenlerini, kahramanlıklarını anlatan, sonuçta mutlak egemen ve tanrının gölgesi olan bu hanedan büyüğünün hoşuna giden, hatta onun tarafından tasdik gören, böylece yazarları ödüllendirilen ve yaşanılan zamana da tanıklık eden bir kayıtlama ve tarih yazma biçimiydi. Osmanlılarda onaltıncı yüzyılın tanıklığını yapan bir literatür olarak iş görmüştü.
Onsekizinci yüzyıla gelindiğinde vakanüvis (orijinal adıyla vekayinüvis) unvanı ile kurulan yeni bir sultan şakşakçılığı başladı. Dünyada olup bitenin habercisi olan, böylece kendi döneminin tarihini kaleme alan bu tür bir kuruluş da günümüzdeki medyanın iktidar karşısındaki tutumunu hatırlattı bana...".
Geriye dönüş zorlamaları ve Türkiye Cumhuriyeti'nin istikbali
Özellikle matbaanın devreye girdiği 15-16. yüzyıllardan bu yana -ve bu uğurda girişilen özgürlük savaşlarıyla, keşiflerle, icatlarla birlikte bilimde, felsefede, kültürde ve sosyo-ekonomik yaşamda elde edilen kazanımlarla, doğal olarak da basın özgürlüğünün içselleştirilmesiyle, demokrasi -iktidarın ve medya çoğunluğunun tüm engellemelerine karşın- yolunu perçinleme çabasındadır. Turgutlu Yankı 20.yüzyılın ortalarından üç çeyrek yüzyıldır Turgutlu halkı için bu yolda görev yapmaktadır. Çok zorlu koşullarda bile görevini aksatmadan sürdürmektedir. Turgutlu'nun sesi olan bu gazete, sayısını bilemediğim birçok belediye başkanıyla çalışmıştı. Ben -şahsen- onun şu günlerde karşılaştığı "ambargo" ile yüzyüze geldiğini anımsamıyorum (Eğer böyle bir olay ile karşılaşılmışsa onu da bilmek isterim). Turgutlu için çok kutsal ve zor bir iş yürüttüklerine inanıyorum. Ayrıca, eklemek isterim ki, yıllardır gönderdiğim yazılarımı -görsel veya basılmış olarak- eksiksiz yayınlamışlar, belediye başkanlıklarının icraatını övgü ve eleştirilerimle, tarihsel yapılar (örneğin Cumhuriyet İlkokulu'nun ve sonradan Belediye binası olarak kullanılan Halkevi'nin perişan hallerine vurgu yaptığım) yazılarımın halka ve resmi sorumlularına duyurulmasında baş rolü oynamışlardır.
Sorunun başına döneyim ve ilgimin hiç eksilmediği (ancak ekosistemi bozacak çevre duyarsızlığı ve yeşilin durmadan küçüldüğünü gözleyen bir Turgutlulu (Kasabalı) olarak son birkaç şey ekleyeyim ve yazımı bitireyim. Sorunun can alıcı noktasının bir atamadan kaynaklandığını varsayarak şunları söyleyeyim:
A) Basın-Yayın'ın tüm sorumluluklarıyla -doğruluğunu onaylatarak ya da buna tam kanaat getirerek- verdiği haberlerin değerli olduğunu bilmek; yapılan öğretici, bilimsel ve sanatsal yorumların/yazıların emek ve bilgelik taşıdığına inanmak ve okuyucusunu inandırmak.
B) Belediye Başkanlığı'nın üslendiği görevin bilinci içinde hareket ederek, başka bir deyişle, ulaştığımız çağda başkanlıktan beklenen tüm "beledî" (su, aydınlatma, temizlik vb.) işler yanında, kısaca kültürel diyebileceğim kavram içine sokulabilecek faaliyetlerde boy gösterecek atılımlarla gerçekleştirebilecektir. İş başına getirilecek olanların da bilgelik, bilgi (müktesebat), ehliyet, sanatçılık vb. becerilerle donanımlı kişilerin yol göstericilikleriyle ortaya konulabilir çağdaşlık, yurtseverlik, demokratlık.
* Emekli Tarih Profesörü