İyiliklerle kötülüklerin, güzellikle çirkinlikleri yer değiştirdiği 20. asırda yaşayan köleler. İtilen, kakılan sevilmeyen sadece menfaati için parası için var olan bekletilen köleler. Hor görülen büyükler.
Bir güzellik, vardı o geçiş dönelerimizin başlangıcında. Çocukluğumuz ve gençliğimiz bir başkaydı. Babalar ya şehirde bir sanata gider, ya tarımla, hayvancılıkla uğraşırlardı. Sabah namazları kılınır, aile fertleri güle söyleye şakalaşarak yer sofrasına oturulup yapılan kahvaltıdan sonra herkes görevine giderdi. Analar gelinler temizlik işlerini, yemek işlerini hazırlar ve boş zamanlarında da eşlerine yardıma giderlerdi. Pek boş zamanları olmadıklarından, televizyon hastalıkları da olmadığından gelin kaynana kavgaları da olmazdı. Bir aile reisi hâkimiyeti olduğundan her kafadan bir ses gelmezdi.
Kıyamet âlameti olan ölenin niçin öldürüldüğünü, öldürenin niçin öldürdüğünü bilmediği ve 7 yaşındaki kız ve erkek çocuklarının ayrı, ayrı oynadığı keza cinselliğin ön plana çıktığı, saygı ve sevginin yerini egoistliğe bıraktığı günümüze gelelim.
Bir ülke düşünün, başında iki cumhurbaşkanı yâda iki başbakan, aynı yetkilere sahip, biri diğerinden daha iktidarlı ve hâkim olmaya çalışır. Bu ülke yaşayabilir mi? Bir aile reisi vardır, öteden beri evinin erkeğidir, ailesine sahip çıkar her şeyi üstlenir. Danışılır, sorulur, itaat edilir, konuşurken sözü kesilmez, ona geri kafalısında denilmez ve ondan her zaman yardım ve muhabbet beklenir, Oda bu saygı ve muhabbet karşısında, varını yoğunu hatta canını verir, çalışır, yıpranır, mal yığar, ev alır, kendisi öldükten sonra aile efradı mağdur olmamaları için. Belki diyeceksin hepsi aynı mı? Hayır, zalimi de, edepsizi, ahlaksızı da var. Darp edilen dövülen, hakaret edilen, mal gibi kullanılan mazlum kadınlarda var, fakat ben bu gün ki geneli izaha çalışıyorum.
Bütün bulara rağmen bir baba itaat görmez, itilir kakılır, tenkit edilirse, eşini ve çocuklarını mutlu görmekten ve kazandığı yedirmekten başka bir beklentisi olmayan bir baba ne kadar mutlu ve huzurlu olabilir ki? Bazen da babalarının bir an önce ölmelerini hazıra konmayı, kimsenin karışmamasını ve hâkimiyeti ele almayı bekler ve düşlerler. Öyle ya arabaları düze çıktı bir gün onlarda aile reisi, baba olacaklarını düşünemezler.
Dünya kadınların dünyası. Bir analar günü olur günlerce evvelden hazırlıklar yapılır, özel pazarlar panayırlar kurulur, yediden yetmişe hepimiz onların gönlünü alırız, programlar düzenlenir, hediyeler alırız, hayatta değillerse mezarlarını ziyarete gideriz. Ama bir babalar günü sönüktür. Çoğu kez o günün geldiğini sonradan öğreniriz. 100 kişiden ancak 10 kişi babasını hatırlar.
Bir otobüse bindiğinizde bakarsın yaşlı erkekler ayakta duruyor ama l5 20 yaşındaki bir bayana yer verilir. Bu ihtişam nereden geldi. Öyle ya onlar yirmi birinci asrın pışpışlı insanlarıdır. Teknolojiler geliştikçe insanlar düşüyor, küçülüyor, kopuyor bazen da adileşiyor, büyük küçük ve saygı ortadan kalkıyor. İnsanlar rahata kavuştukça kıymet bilmiyorlar daha çok, daha çok istiyorlar, başkalarını rahatsız ediyorlar. Herkes ben sevdasına düşmüş benliğinin bekçiliğini yapıyorlar.
Hele kadınlar var ya kadınlar, sevgiyi yıktılar, otonom oldular, aile reisini tanımaz oldular, idareyi ele almayı, ön plana çıkmak istiyorlar. Bakıyorum da bu ön plana çıkma istekleri yüzünden, boşanmalar, aile huzursuzlukları çoğalıyor, aileler dağılıyor. Beslediği malına mülküne ortak ettiği kocasının annesini, babasını veya akrabasını misafir etmek istemiyorlar, kabul etseler dahi içinden kızarak, buğz ederek buyur ediyorlar. Öyle ya önlerine bir bardak çay koymak bir sofra hazırlamak zorlarına gidiyor. Evliliği tozpembe görüyorlar. Onların elinden tutup gezdireceksin, tatile götüreceksin, yemeğe götüreceksin, onu hoş tutmak uğrunu bazen da toplum içerisinde rezil olmayasın diye sesini çıkarmayacaksın. Bu ne saltanattır bir türlü anlayamadım. Dedim ya onlar 21. asrın pışpışlı insanlarıdır.
Bir erkek zihnen yâda bedenen çalışıp kazandığı gelirinin tamamını evine harcar, hoşnut olsun diye yeni mobilyalar, eşyalar alır, harçlığını verir, adına sigorta pirimi yatırır. Eşinin hali vakti yerinde ve bir ihtiyacı olmadığı halde bakarsın bir ev kadını, ‘’ben kocamın eline mi bakacağım’’ bahanesiyle bir iş yerinde veya mağazada cüzi bir aylık karşılığında kendi evinde çalışmadığı halde sabahtan akşama kadar iş yerini temizler, kusursuz hizmet vermeye çalışır, kendini kanıtlamaya çalışır daha fazlasını söylemiyorum. Ama bütün varlığını evine feda eden, evinde beslenen, servetine ve maaşına varis olan erkeğinin ev işlerini ihmal eder, çocuğunu ihmal eder, hatta eşini ihmal eder ve sırt çevirir. Böyle bir aile hayatı olur mu? Öyle ya lamba yakma, ocak ve soba yakma, çamaşır yıkama, süpürme, çocuk bezi yıkama dertleri yok, teknolojiler sanki onlar için tahsis edilmiş. Kendi misafirlerini bir gün evvelden telefonla çağrılır temizlikler, hazırlıklar yapılır, her gün bir komşuda çay ziyafetleri verilir, ama senin bir yakının veya bir arkadaşın geldiğinde zorlarına gider. Bazen dışarıda harcadığın cüzi bir paranın hesabını dahi sorarlar.
Adamın biri sahip olduğu malı için temiz ve dürüst bir hizmetkâr aramaktadır. Bir gün yolda giderken arkadaşı rastlar ‘’böyle bir tanıdığın var mı?’’ diye sorar, arkadaşı der ki ‘’Baban sağ mı? Daha ne arıyorsun? Ondan daha iyi hizmetkâr mı bulacaksın ?’’ der. Bir erkek yıpranmış ve günü geldiğinde emekli olmuştur, evinde istirahat etmek ister. Rahata kavuşacağını zanneder zavallı. Ama onun evde oturmaya hakkı yoktur.’’Böyle sabahtan akşama kadar evde mi oturacaksın ya git bir iş bul yâda bir yere takıl, böyle burnumun dibinde oturma denir.’’Peki bu erkekler bir piyon mu, yoksa eve tahsis edilmiş bir kölemidir. Kendi evine sığmayan masum adam.
Sokaklara bakıyorum ve çok üzülüyorum, beklide her birinin bir ezgisi, acı bir anısı var, kendi dünyalarına kapanmışlar. Bilhassa 50 yaşın üzerinde, biraz mahcup biraz ezik sıralanmış kendi hallerinde yollarda giden yâda parklarda oturan babaları, aile reislerini, ayaklarına prangalar takılmış köleleri temaşa ediyorum. Özgürlüğümü istiyorum, boğuluyorum, nefes alamıyorum. Çığlıklarım boğazıma tıkanıyor, gözyaşlarım kurumuş halimi arz etmiyor.
Kızını, oğlunu büyüteceksin, okutup iş sahibi yapacaksın, evini tutacaksın, düğün borçlarını üstleneceksin beklide elini üzerinden çekmeyeceksin. Bütün bunlara rağmen bazen sözün kesilir, tenkit edilirsin, evine oturmaya gittiğin gelininin, oğlunun huzursuzluğunu hissedersin, nefes almak için kendini dışarıya atarsın. Ama senin malına göz dikilir, hep destek beklenir, ama yinede bir sığıntı gibi olursun, hele birde eşini kaybetmişsen, Yanlarında oturmak istediğinde sıkıntı duyarlar veya uzaklaşmak isterler. Kendilerinin huzurlu yaşamaları için analarını babalarını huzur evlerine gönderen evlatlar.
Dedim ya arabaları düze çıktı, her şey unutulur çünkü ihtiyaç kalmamıştır. Çok mu karamsar bir tablo çizdim, bütün bunları söylerken ana baba sevgisini hiçbir şeye değişmeyen candan evlatlarda var, otoriteli ve güzelliklerle yaşayan aile reisleri de var, ama ben bu günkü geneli izah etmeye çalıştım.
Bu duygu ve düşüncelerle, bu anlamlı günün birlik, beraberlik, dayanışma, paylaşma ve ailelerimizle, Türkiye’mizde ve dünyada barış ve mutluluğa doğru atılan adımların başlangıcı olması dileğiyle, çocuklarına iyi bir gelecek hazırlayabilmek ve aile mutluluğunu sağlayabilmek için her türlü fedakarlığı gösteren tüm babaların ve baba adaylarının “Babalar Günü ’nü “en içten duygularımla kutluyorum.SAYGI VE SELAMLARIMLA ESAME ATİK