İstanbul, sana bakıyorum. İçimde ecdadımın 29 mayıs 1453’teki gurur ve heyecanı var. Bakıyorum ve baktıkça, bu beş buçuk asır içinde sana hiç bir şey vermediğimize inanmıyorum.
Masmavi bir gökyüzü altında yaslandığın kıyılara dünyanın en güzel silüetini biz verdik. Sana Haliç’in öbür yakasından bakıyorum. Üsküdar’dan bakıyorum, Eyüp’den bakıyorum, şahane kubbelerinle narin minarelerinin güneş batarken çizdiği levha karşısında gurur duyuyorum. Hangi kayzer sarayı, hangi dikilitaş hangi hipodrom sana bu asil heybeti verebilirdi?
Adalarına bakıyorum. Beş buçuk asır önce, gözlerine mil çekilmiş Bizans prenslerine zindanlık etmekte olan o kayalık ve çıplak toprak parçalarını birer dünya cennetine çeviren yine bizler değil miyiz? Sevdalı bir hercümerç içinde tepeleri kaplayıp kıyılardan sarkan çamlarında bizim sevgimizin itinası, kokusu hiç bir memlekettekine benzemeyen karanfillerinin ıtırında bizim neşemiz, yamaçlarına birer kuş kafesi gibi kondurulmuş köşklerinde bizim zevkimiz yok mu?
Boğaziçi’ne bakıyorum. İki sahil boyunca Karadeniz’e kadar uzanan o şirin semtleri bir sanatkâr heyecanıyla yerli yerine koyan bizler değil miyiz? Bizans devrinde ücra bir iki mabedin kaybolduğu o nazlı kıyılardan dünyanın en muhteşem tabiat harikasını biz yaratmadık mı? Korularındaki bülbülleri ilk biz dinlemedik mi? Hareli sularında en narin kayıkları biz yüzdürmedik mi? Boğaziçi’ni zevkimizle güzelleştirip cihan edebiyatına biz mal etmedik mi?
Bugün İstanbul güzelse, bunda beş asır evvel kapılarından azametle giren Türk ruh ve zevkinin payı, en az tabiatınki kadardır. İnkâra kalkışmak nankörlük olur.
Bizans, Şark ile Garp dünyalarını birbirine yaklaştırmak gibi medeniyet tarihinin en muazzam hâdisesini, ancak İstanbul zaptolunduktan sonra idrak etmiştir. Fetih, bugünkü beşeriyet anlayışının temel taşıdır. Ulu Fatih’in eli Şark’tan gelen her şeye kapılarını kapamış olan bu beldenin surlarını yıkmasaydı, iki âlemin birbirini tanıyıp anlaşmasına ve iman farklarının ötesinde, bir insanlık mihrakında birleşmesine imkân var mıydı?
İstanbul, beş buçuk asırlık Türk varlığınla güzelliğe ve insanlığa ettiğin hizmetten gurur duyuyorum.
Peygamber Efendimiz İstanbul’un fethini “İstanbul fethedilecektir. Onu fethedecek olan kumandan ne güzel kumandan ve onun ordusu ne güzel ordudur.” sözü ile müjdelemiştir. Bu müjdenin ardından birçok devlet ve hükümdar bu şerefe nail olmaya çalışmış ancak bunu bir türlü başaramamıştır. Fatih Sultan Mehmet çocukluğundan bu yana İstanbul’un fethi için çalışmış, bu amaç uğrunda gerekirse kendini heba etmeyi göze almıştır. İstanbul’un fethedilmesini sağlayan fetih ruhu, Peygamber’in müjdesine nail olmaya alışan gencecik bir hükümdarın inancı ile beslenmiştir.
Fatih Sultan Mehmet, güçlü inancı ve yüksek bilgisi ile İstanbul’u fethetmeyi başarmış ve bize bu güzel şehri armağan etmiştir. Bugün Türk gençliğine düşen görev bu kararlılığı ve inancı örnek almaktır. Taşı toprağı altın olan bu şehrin değerini bilmek ve attığımız her adımda onu bize armağan eden Fatih’i dualarla anmak gerekir.
İstanbul Muhakkak Fetholunacaktır. Bunu Gerçekleştirecek Ordunun Kumandanı Ne Mutlu Kumandan ve Askeri Ne Mutlu Askerdir.
Hz. Muhammed (S.A.V.)
Ey Konstantiniye! Ya sen beni alırsın, ya ben seni alırım!
Fatih Sultan Mehmet
SAYGI VE SELAMLARIMLA
ESAME ATİK